Biri küçük, diğeri büyük iki kız kardeş, hanım hanımcık gül gibi geçinip gidecekleri yerde, habire saç saça baş başa döğüşür, döğüşmedikleri zaman da ağız dalaşı yaparlarmış. Aylar, yıllar kavga, döğüşle geçmiş. El ağrısı geçer ama, dil ağrısı geçmezmiş. Gönül sırçası çatlamıştır artık tamir görmez. Bir gün birlikte, odun toplamağa gitmişler. Yolda kızkardeşler birbirlerine söylemediklerini bırakmamışlar. Odunlar toplanmış yola çıkacacaklar çeneler yine kapanmamış. Demetleri sırtlanmışlar, hala ağız dalaşı devam etmekte.
Küçük olan kız “Belim ağrıdı” diye söylenmiş.
Büyük kız da “Gözün ağrısın” diye söylenince açmış ağzını, yummuş gözünü. Küçük kızın sabırcığı tükenmiş, yürekten bir ah çekerek başlamış kötü duaya;
– Senin gibi ablam olacağına olmaz olsun. Dağ olasın, taş olasın, uzun uzun kışların olsun. Belimdeki ağrı senin adın, seller ile yağmurlar muradın olsun
Ablası durur mu? O da bırakmış odun demetini yere, başlamış veriştirmeye;
– Senin gibi bir kardeşim olacağına taş olsun. Eteklerin bayır, saçların çayır olsun. Başın dilin kadar sivri, yamaçların boynun gibi eğri, adın ise benim gibi Ağrı olsun.
Kız kardeşler bu şekilde atışmaya devam ederken bir gürültü kopmuş ve ortalığı toz bulutu kaplamış. Biraz sonra yaylada, iki yüce dağ sivrilmiş. Biri Küçük Ağrı, diğeri Büyük Ağrı.
İki geçimsiz kız kardeş, çetin, hırçın iki dağ. El yarası geçer ama dil yarası geçmez. Bazan dil yarasının ağrısı böyle taşlaşır, koca bir dağ olur.